Kapıya yaklaştığında çalışan görevliye kendini tanıttı ve hemen kapıyı açmasını istedi. Binada genel müdür ardından en yetkili kişi Erdemdi ve bu emir hemen yerine getirilmeliydi. Öyle de oldu emri alan görevli hemen kapıyı açtı. Kapı açılır açılmaz oda girişinin sağ tarafında bulunan yangın söndürme tüpünü olduğu yerden çıkararak güzelce kavradı. Erdem eline aldığı yangın söndürme cihazını görevlinin gözünün önünde fırlatarak panoyu parçaladı ancak elektrik kesilmedi. Yere düşen yangın söndürme tüpünü oradan alarak tekrar sigortalara doğru fırlattı bu arada kapıdaki görevli,’ne yapıyorsunuz Erdem bey, lütfen kendinize gelin’ diyerek ona müdahale etmek istediyse de tüp sigortaları es geçerek yere düştü. Elektriği kesmek istediğini zira kontrol merkezine ekibinin giremediğini anlattı ve görevlinin kendisine yardım etmesi gerektiğini söyledi. Başarabilirse bu kesinti tüm ekibe en çok beş dakikalık bir süre kazandıracaktı. Zira beş dakika içinde binanın hemen yanında yer alan jeneratörler devreye girecek ve ardında sistem tekrar çalışmaya başlayacaktı. İşte bu süre kazanma eylemi ancak bu kadar zaman için geçerli idi. Erdem elektriği keser kesmez üç dakikalık sürede koşarak yedinci kattaki kontrol merkezine çıkması gerekliydi. Aksi durumda jeneratörler çalışarak elektrik üretecek ve ardından da yapay zeka tekrar devreye girecek böylece kapılar belki de bir daha hiç açılmamak üzere kapanacaktı. Elektrik kesintisiyle birlikte merdiven otomatlarının da kapanacak olması onun için merdivenlerde yol bulmak oldukça zorlayıcı olacaktı. Ancak Erdem buna çapında bir hazırlık ta yapmıştı. Elektriği kesmeden önce yeraltı madenlerinde çalışanların önlerini görmek için taktıkları ışıklı kasklardan birini duvardan alarak kafasına takmış ve arkasından Allah ne verdiyse elindeki yangın söndürme tüpüyle elektrik panosuna vurmuştu. Vurulan darbenin şiddetiyle panoda yer alan kabloların birbirine vurması sonucu ortaya çıkan kısa devre ışığı ortalığı aydınlatmaya yetti ve böylece binanın elektriği kısa süreliğine de olsa kesilmiş oldu.
Erdem oyalanmadan hızla koşarak merdivenlerden yukarıya doğru çıkmaya başladı. Birinci, ikinci, üçüncü katları nasıl geçtiği bile anlayamamış dört, beş ve altıncı katları yıldırım hızıyla geçip yedinci kata ulaştığında soluk soluğa kalmıştı. Kontrol merkezinin kapısına vardığında elektronik kapılar hala kapalıydı, Erdem, koşuya başlamadan önce çalıştırdığı kronometreye baktığında yedi katı üç dakikadan biraz fazla bir sürede geçmişti. Bu bir dünya rekoru olmalı diye geçirdi içinden. Koşarken geçireceğini düşündüğü süreden biraz fazlasını kullanmıştı yani başta planladığından daha azdı kalan süre, yani kala kala iki dakikası kalmıştı ve bu sürede kapıyı açmak zorundaydı. Elleriyle kapıyı ileri doğru ittiğinde kapının kolayca açıldığını ve yaptığı planın işe yaradığını gördü. İçeri girdi ve doğrudan tüm sistemi kontrol eden bilgisayarın bulunduğu masanın başına geçti. Henüz koltuğa oturmuştu ki jeneratör devreye girdi ve elektrik makinaları tekrar çalıştırmaya başladı. Ancak ters giden bir şey vardı ana bilgisayar tüm uğraşlarına rağmen cevap vermiyor, çalışıyor ama komutları yerine getirmiyordu. Ne yapması gerektiğini sormak için bu konuların uzmanı olan Ömer’i aramak istedi. Cep telefonunu eline alıp numarayı çevirdiğinde kapsama alanı dışında olduğunu gösteren işaretle karşılaştı zaten ara tuşuna bastığında telefonda herhangi bir çağrı sesi de gelmiyordu.. Hay Allah’’ dedi bu günde ne kadar aksi şeyle karşılaştım. Neyse sabit telefonu kaldırıp numarayı çevirmek istedi ama o telefondan da çevir sesi gelmiyordu. Bir süre sonra diğer merkezlere giden ekipler geri dönmüşler ve Erdemin yanına gelmişlerdi. Onlar içinde aramaya çalıştığı ancak telefon edemediği Ömer de vardı şimdi hep birlikte ortaya çıkan bu absürt durumu anlamaya çalışıyorlardı. Bulunduğu yerdeyken aklından bunları geçiren Erdem buradan çıkarak hızlı bir şekilde kontrol merkezine gitmesi gerektiğini düşündü ama nasıl? Acaba dedi beni kaçırmaya çalışanlar ekibine de bir şey yapmış olabilir miydi? Ya onları da kaçırmışlarsa ve hiç biri kendisi kadar şanslı olamamışsa işte bunu düşünmek bile istemiyordu.
Erdem şimdi iş yerine nasıl döneceğini planlamak zorundaydı ve özellikle son on yıldır yapay zekayı kontrol edenlerin en önemli buluşlarından biri sosyal kontrol ve sosyal puan sistemi devredeyken bunu nasıl yapacaktı. Bu birim hem sokaktan hem de uydudan hareket eden her şeyi takip edebiliyordu. Bu takip her yerde hareket eden en küçük şeyi bile algıladığı gibi onun ne ya da kim olduğunu anında tespit edebiliyordu. Bunun için de yalnızca yüz, ses ve beden konfigürasyonu değil yürüyüş ve koşu konfigürasyonunu da tespit edebiliyordu. Yani hareket eden bir varlığın beş dakika içinde ne olduğuna nereden gelip nereye gittiğine daha önce nerelerde bulunduğuna varıncaya kadar çıkarabiliyor hatta sistemde kayıtlı bir ceza ya da suç durumu olup olmadığını anında belirleyebiliyordu. Sosyal kontrol ve sosyal puan sistemi o kadar güçlüydü ki aynı anda milyonlarca insanı an be an takip ve kontrol edebiliyordu. Hatta bu sistemi uygulayanların kendilerini tanrı yerine koyduklarını, düşündüklerini duymuştu Erdem.
Erdem’in çalıştığı Su İdaresi Müdürlüğü bulunduğu yerden birkaç km uzaklıktaydı. Başına gelen bu olay olmadan birkaç dakika önce işten çıktığı için çok uzaklaşması mümkün olmamıştı. İş yerine dönmeliydi ancak öncelikli olarak bu sosyal kontrol ve sosyal puanlama sistemini nasıl atlatacağını düşünüyordu. Şimdi diye mırıldandı ‘kendi çaresizliğini düşünerek’ ne yapmalıyım ve nasıl bir yol bularak merkeze dönmeliyim dedi kendi kendine. İş yeriyle arasında fiziki bir engel yoktu ancak dışarı çıkıp elini kolunu sallayarak oraya varması da çok kolay değildi. ‘Eğer’ dedi içinden ‘beni götürmek isteyenler polis ise mobesa sistemi ile sosyal kontrol ve sosyal puan sisteminden anında beni tespit edebilirlerdi, yok eğer mail’i gönderen o çete ise işte o zaman çok daha kötü bir durumla karşı karşıya kalmış demekti zira adalet sistemi yani devlet en nihayetinde onu tutuklar ve yasal haklarını tanırdı ama örgütün amacı ve ne yapacağı kestirilemezdi belki de günün sonunda canından olabilirdi.
Aslında İstanbul eskiden böyle bir şehir değildi. Çocukluğunda sokaklarında özgürce gezebildiği ve kimsenin hesap sormadığı ya da kimsenin kimseyi gasp etmeye çalışmadığı çok güzel bir şehirdi. İlkbahar geldiğinde bahçelerinde erguvanların açtığı ve kokusunun sokaklara kadar yayıldığı gökdelenlerin sayısının elliyi bile geçmediği ve özellikle eski bahçeli evlerin camilerin ve minarelerin şehrin siluetine güzellik kattığı, boğazdan bakanların evlerin üzerinde evleri taşımaya çalıştığı bir manzaranın yer aldığı bir köprüleriyle ve ışıl ışıl yapısıyla muhteşem olduğu bir şehirdi. Evet o dönemlerde de suç örgütleri ve suçlular vardı ama en güçlü yardımcıları mermi takılı silahlarıydı şimdiki gibi tüm insanlığı değil karşısındaki en çok bir kaç kişiyi tehdit edebiliyorlardı.