Tamir ekipleri önce barajların ve suların depolandığı havuzların bulunduğu bölgeleri ve merkezleri kontrol ettiler. Bu bölgelerde herhangi bir sorun ya da sorun emaresi görülmüyordu. Başka bir grup da mekanikteki aksamaları arıyor varsa arızanın nedenini anlamaya çalışıyordu. Erdemin başında bulunduğu grup ise internet üzerinden ve ellerindeki araçlarla elektriğe ya da elektronik yapıya dayalı arıza olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Öğleden sonra tüm ekiplerin yöneticileri toplantı merkezinde kendi buldukları arıza sebeplerini değerlendirmeye çalıştılar ama görünürde herhangi bir sebep masaya koyamadılar. Sistemde ne mekanik ne elektronikte ne de su azalmasına bağlı bir sorun görünmüyordu. Tüm ekip İstanbul AFAD merkezinde toplantıdayken sistem ilk kez bulundukları yerden 30 km uzaklıktaki bir noktada komutlara uymayan bir uyarı vermeye başladı. Hemen arazideki ekipler oraya yönlendirildi, arıza giderilmeye çalışılacaktı, ekip hemen o noktaya intikal etmek istedi ancak İstanbul trafiği epey uzun bir süre onları engelledi ancak zaman kaybetseler de hedeflerine ulaşmayı başardılar. Bir müddet incelemenin ardından ne mekanik ne de elektronik olarak bir arızaya rastlayamadılar. Sistemin genel taramasını yaparlarken arıza gösterilen aslında iki gün önce ilk arıza işaretinin verildiği yerdi yani ilk başladıkları yere geri dönmüşlerdi. Bu işte bir iş var dedi Erdem bu işi çözmeleri gerekiyordu aksi halde çok yönlü ciddi bir sorunları olurdu. Merkeze ulaşmalarına az bir yol kalmıştı ki sistemin arızayı başka bir yerden gösterdiğine dair bilgi geldi. Makinelerin ve sistemin merkezi bir yerden yönetildiğini bilmese birinin kendileriyle dalga geçtiğini düşünebilirdi. Neyse ekiple birlikte arıza gösteren merkeze doğru yola çıkıldı, ulaştıklarında yine tüm incelemelerine rağmen yeni bir şey bulamadılar. O sırada Erdemin telefonu çaldı arayan merkezdeki arkadaşı sistemin çıldırdığını ve tüm noktalardan aynı anda arıza ışıkları ve uyarıları vermeye başladığını söyledi. Kontrol merkezi kafayı yemiş gibiydi tüm pano kızarmış durumdaydı. Erdem ne oluyor diye ekibi toplayıp istişare yapmaya karar verdi. Herkese whatsapp üzerinden mesaj attı ve saat 15.30 da herkesin toplantı odasında olmasını istedi. Saat geldiğinde tüm çalışanlar tam kadro olarak oradaydılar.
Ekip bunlar ile uğraşırken Erdemin mail adresine Tayvan’dan bir elektronik posta geldi mail’i açtıklarında; ‘hiç kimse bize denk değil biz de hiç kimseye denk değiliz, unutma dört şeyi kaybeden her şeyi kaybeder bunları koruyan her şeyi korur ve hükmeder, bunlar; Elektrik, İnternet, Su ve Gıdadır, biz sizden bunları mutlaka alacağız ve sonunda size hükmedeceğiz’ yazılıydı. Bu ne anlama geliyordu tüm ekip kafa yoruyor ama bir türlü işin içinden çıkamıyordu. Erdem sürekli tekrar ediyordu; ‘hiç kimse bize denk değil biz de hiç kimseye denk değiliz, unutma dört şeyi kaybeden her şeyi kaybeder bunları koruyan her şeyi korur ve hükmeder, bunlar; Elektrik, İnternet, Su ve Gıdadır, biz sizden bunları mutlaka alacağız ve sonunda size hükmedeceğiz’ ifadesi bu elektrik kesintisinin maksadı dünya çapındaki enerjiyi kontrol etmek miydi yoksa. Ayrıca bir de şu gıda sektörü vardı ve o da bu sektörü yönetenler yalan yanlış haberlerle üretilen ve aldatıcı reklamlarla insanlar için elzem gıda maddesi olarak sunulan işlenmiş ve binlerce katkı maddesi kullanılmış gıdalar insanların sağlığına değil yüz milyarlaca dolarlık piyasası olan gıda sektörünün işine yarıyordu. Olan bu durumda gıdalarla insanlar sağlığını kaybederken gıda sektöründekilerin kasaları doluyordu. Yüksek oranda zararlı yağlar, şeker, tuz vb. katkı maddeleri ihtiva eden işlenmiş yiyecekler ve içecekler sahte gıdalara dönüşmüş ve insanlar doğru dürüst beslemez olmuştu. Gıdaların raf ömrünü uzatmak için katılan kimyasallar ve düşük besin değerleri, tüketenlerdeki toksinleri arttırırken hastalıkları da tetiklemekteydi. Oysa topraktan sofraya kadar gelen gıdaların artık yeteri kadar besin ve mineral değerleri bulunmadığını, aksine daha çok zararlı maddeler bulundurduğunu bile bile alternatif yollar gittikçe azaltıldığı için insanlar istemeyerek de olsa onları tüketmek zorunda kalıyordu . Peki, ‘gıda ile ilgili bu durumu topluma nasıl kabullendiriyorlar’ diye düşündü. Tabi ki reklam ve sosyal medya kanallarıyla halka inandırıyorlar diye cevapladı kendi kendine. Ha! bu arada son 10 yıldır toplumun başında sosyal medya denilen bir bela da yer alıyordu. ‘Sosyal ağlarla yönetilen dünyaya hazır mıyız’ diye sordu kendine. Bu ağlar o kadar etkiliydi ki konuşulanlardan daha fazla konuşulmayan bir gerçeklik içerisinde sosyal ağları yöneten algoritmalar siyaseti ve belki de gelecekte tüm halkın bilinç düzeyini ortadan kaldıracak hale gelmeye çalışıyordu. Günümüzde, İnternet arama motorlarındaki, aradıklarımızdan öğrenilen şeyler belli bir süre sonra bize sistemin önerisi olarak gelmekte ve neyi sevdiğimizi öğrenen sistem bizimle aynı görüşteki siyasi ve sosyal şeyleri topluma göstermeye çalışmakta ve Algoritmalar, ağların oluşturduğu etkilerin hiçbir ücret ödenmeden yayılmasını sağlıyor ve muhatabın kontrolü yoksa ve sunulan şey muhatabı tarafından doğrulanmış olsa da olmasa da, karar vericilerin fikirlerini etkileyerek onlara mal satmakta ya da politik anlamda kamuoyunu şekillendirmekteydiler.
Anlaşılan tüm sistemi yöneten bu teknolojiyi ve algoritmayı anlamak, onun amacını bilerek tedbirler almak çok önemliydi. Çok karmaşıkmış gibi görünen bu sistemi aslında çok sayıda algoritmanın çalışma şeklini belirlemekte ve içine girilmedikçe karmaşık yapılı olurken sistemin kontrol paneline sahip iseniz aslında sistem oldukça basit bir hal almaktaydı. Yani sistemin iyi ya da kötü niyetli olması onu kurgulayanın iyi ya da kötü niyetli olmasına bağlıydı. Şu an dünyanın en yaygın sosyal ağı olan Facebook’a Türkiye’den 51 milyon kullanıcısı yani her üç kişiden ikisinin üye olması gibi bir durum var ve kullanıcıların %64’ü erkek, %36’sı kadın. Aylık aktif kullanıcı sayısı dünya genelinde 2,23 milyar ve bu sayının %56’sı erkek, %44’ü ise kadındır. Bir çok kaynağa göre Facebook’un Popüler Haberler için geliştirdiği algoritmaların haberleri sakladığına dair iddialar ortaya atılmış ve taraflı tarafsız birçok kişi tarafından bu tartışılmış ancak hiçbir sonuca varılamamıştı.
Peki bu sosyal medya melaneti toplumun görülmez ağlarla birbirine bağlanmasını sağlayan duyuşsal ve duygusal yapıyı nasıl ve ne kadar etkiliyordu. Erdeme göre sosyal medyanın sorunu bireylerin sonsuz beğenilme duygusunun narsist bir asimetriye sahip olmasından kaynaklanıyordu sanki. Bilen ile bilmeyenin, iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, enformasyon ile dezenformasyonun, tez ile antitezin hiç sentez yapılmadan sunuluyor olması ve bunlar arasındaki farkın belirsizleştiği sosyal medya ortamlarında, popüler kültürün ve trendlerin etkisiyle paylaşım rüzgârına kapılan herkes; kaynağı bilinmeyen bilgilere, videolara, ses kayıtlarına ve haberlere, muhakeme etmeden ve hatta edecek bilgiye sahip bile olamadan, ama tüm konularla ilgili bir fikre sahip olarak, yalana inanıyor ya da doğruya galiz düşman oluyor ve kendi fikrine göre doğru ve faydalı olan şey genel toplum menfaatine aykırı bile olsa onları düşünmeden paylaşıyorlardı. Böylecede var olan bilgi kirliliğinin yayılmasına hizmet etmiş oluyorlardı. Bu sebeple, ‘yalan haber, kendisiyle mücadele edebilme imkanının pekte olmadığı bir hal alıyor ancak kendisiyle mücadele edilmesi gereken ciddi bir sorun haline geliyordu’.
Özellikle son dönemde nefret söyleminin ve salt kendisini olumlamaya dayalı gerçek üstü düşüncesinin yükselişini bu yeni kavramsal çerçevelerle ilişkili düşünüldüğünde, sosyal medyanın yalan haberler karşısındaki performansına odaklanmanın önemi daha belirgin hale gelmekteydi. Günümüzde rakipsiz bir küresel güce dönüşmüş olan Facebook, Twitter, İnstagram’ın konumu bu bakımdan bilhassa kritikti. Bu konuda kafa yoran birçok düşünürün belirttiği gibi daha önceki medya teknolojilerinden çok farklı bir yapıya sahip olan bu sosyal medya platformlarında içerik, ciddi bir üçüncü seviye filtreleme ya da doğrulama yapılmadan, editoryal süreçten geçmeden kullanıcılar arasında yayılabilmekteydi. Dünya da buna örnek olan bir çok haberlerden birisi Donald Trump’ın başkan seçilmesinden aylar önce Facebook, seçmen kanaatini maniple etmeye dönük yalan ya da hileli haberlerin kendi platformlarında serbestçe yayılması konusunda herhangi bir girişimde bulunmadığı için ciddi ciddi eleştirilmesi olmuştu. Erdem buna benzer olaylar ile ilgili Türkiye’de de hafızasını kontrol ettiğinde bir çırpıda, karşılaştığı onlarca, yalan olduğu daha sonra kesinleşen, haberi hatırladı. Bunlardan biri 2018 yılında, TRT’de yayınlanan “Bir Fikrin Mi Var” isimli yarışma programında yarışan “Organik Hoşaf” isimli projenin sosyal medyada tartışmalara yol açtığıydı. Yarışmada “Organik Hoşaf” projesinin “Alzheimer Çipi” projesini geride bırakarak birinci olduğu iddia edilmişti, ancak, “Bir Fikrin Mi Var” isimli yarışma programında, “Organik Hoşaf” projesinin kazandığı iddiası doğru değildi. Yarışmayı “Hız Ayarlı Yol Kasisi” projesini hazırlayan Adnan ve Uğur Kal kardeşler kazanmıştı. Yine bir sosyal medya yalanı da ABD’den, Sosyal medyada dolaşıma giren bir fotoğrafta, ABD’de uzun yıllardır yayınlanan The Simpsons adlı çizgi filmin 14 yıl önce, ABD Başkanı Donald Trump’ın Suudi Arabistan’a gerçekleştirdiği ziyaret sırasında, küreye dokunduğu sahneyi tahmin ettiği iddiasıydı. Fakat bu sahne yapılan ziyaretin ardından The Simpsons çizgi filminde yerini almıştı ve olayın gerçekleşmesinden sonra yayımlanması onu yalan haber yapıyordu. Yani göz göre göre toplumlar bu yalan haberle kandırılmıştı.