1. Anasayfa
  2. Kitap

KAOS’A GİRİŞ…


Dar sokaklar boyunca hiç bir yere bakmadan hızla koşan Erdem birden başının arkasında bir acı hissetti. Bu az önce araçtan inen kişi olmalıydı, sendeledi biraz ileri gitti ve düştü ama ardından hızla ayağa kalktı ve kendisine vuran kişiye doğru atıldı onu ayaklarından tutarak duvara yapıştırdı, bu kişi Erdemin sıkletinde biri değildi zira 90 kg ağırlığında olmasına rağmen karşısındaki kişi ise ona göre daha sıskaydı ayrıca Erdem boş kaldığı zamanlarda boksla uğraşıyordu ve bu konuda fena da sayılmazdı. Bir süre devam eden arbedenin ardından adamı sağlı sollu yumruklarla yere serip onu pert ederek hızla koşarak oradan uzaklaştı. Olup bitenleri yukarıdan takip eden dronmobildeki kişi arkadaşının yere yığıldığını görüp bir yere iniş yapmış olmalıydı. Çünkü uzun süredir koşuyor olmasına rağmen kendisini ne yerden nede havadan takip eden kimseyi göremiyordu.

Erdem, uzun süren çevre kontrolünden sonra takip edilmediğine kanaat getirdiğinde ne yapacağını düşünmeye başladı. Evine gidemezdi çünkü iş yerine gelip onu bulan kişiler evde çok daha rahat bulurlardı ve hatta belkide evine ondan önce gitmiş bile olabilirlerdi. ‘Nereye gidebilirim?’ diye düşündüğü esnada ayaklarının dermanının kesildiğini ve başında şiddetli bir ağrının olduğunu hissetti, bayılmak üzereydi. Bu muhtemelen az önce kafasına vurulduğu anda aldığı darbenin etkisine başlı olarak gerçekleşiyor olmalıydı. En kısa sürede kendini güvenli bir yere atması ve arkasındakilerden saklanarak dinlenmesi gerektiğini düşündü. Uzun süre koşuyor olmasına rağmen hızı kesilmekte ve ayakları dolanmaya gözlerinin kararmaya başladığı bir anda cadde de köşeyi döndüğünde şehirde az sayıda kalan bahçeli ve metruk bir evin önüne geldiğini gördü. Onun içinde ya da bahçesinde bulabileceği bir yere gizlenebileceği düşüncesiyle sessiz bir rüzgar esintisi gibi bahçenin kapısından içeri girdi. Doğrudan bu eve gitmemeliydi zira böylesi metruk evlerde, genel olarak son dönemde sayıları hızla artan, evsizler ve madde bağımlıları yer alıyor olabilir ve bu güçsüz halinde onlardan zarar görebilirdi. Etrafına bakındığı sırada evin yanında bir miktar ondülin ile kapatılmış olan oldukça derme çatma yapılı ve dar bir bölmeyi fark etti. Vücudunu dayanılabilmesi çok zor olan ağrılar kaplanmıştı ve bir an önce dinlenmesi gerektiğini, bunun içinde güvenli bir yer bulması gerektiğini düşündü. Etrafına baktığında kimsenin olmadığını görünce kulübenin kapısını açarak çevreye bir göz attı, içerisi oldukça karanlıktı ve içeriden oldukça yoğun bir tiner kokusu geliyordu, kapıyı aralayıp içeri girdiğinde bu kokunun her yeri kaplamış olduğunu anladı. Kapıdan gelen ışığın aydınlığı ile etrafa bakındığında kendisi için uzanabileceği ve kapıyı kapattığında korunabileceği uygun bir yeri gözüne kestirerek hemen içeri girip ardından da kapıyı kapattı. Kendi kendine ‘uyanık kalmalıyım’ diye düşünüyor ve eğer peşindekiler onu bulurlarsa direnebilmeliyim diyordu ancak başındaki ağrı dayanılmaz bir sancı veriyor olduğundan olduğu yerde bulunan tahtaların üzerine uzandı ve uzanır uzanmaz bayılır gibi uykuya daldı. İşte az önce ayıldığı ya da uyandığı yer de, bayılmadan önce girmiş olduğu o sığınaktı.

Bulunduğu yeri ve nasıl geldiğini anlayan Erdem şimdi de o adamların neyin nesi olduğunu anlamaya çalışıyordu. Herhangi birine bir borcu olmayan ya da yer altı dünyasıyla bir ilişkisi bulunmayan basit sayılabilecek bir işte çalışan biriyim diye düşünüyor ama böyle bir şeye maruz kalmasının nedenini bir türlü anlamlandıramıyordu. Neden ben diye düşünmekten kendisini alamıyordu. Bir ara, belki de çok fazla polisiye kitap okumamın sonucu olarak bu iki kişiyi çok fazla abartmış olabileceğini düşündü. Olayın aslında, basit bir polis sorgusu için kendisinin görüşünü almaya gelen iki memurun işini yapma çabası diye düşündü. Eğer öyle ise, sırf bu yüzden başının gerçekten dertte olabileceğini ve sırf bu yüzden işini kaybedebileceğini düşünmeye başladı. Ancak eğer onlar polis idiler ise kimlik göstermeleri hadi göstermediler ise sorduğu sorulara cevap vermeleri gerekmez miydi? Ya polis değiller ise işte o zaman başının daha çok dertte olduğunu, birinci durumdan daha çetrefilli bir işin içinde olduğunu ve fakat bunların ona nasıl musallat olduğunu bilmiyordu. Eğer bu bir örgütse neden hedefe kendisini koymuş olabilirdi ve bu son yaşadığı olayla bir ilişkiye sahip miydi? Sonra da hangisi daha kötüydü polisin kimlik göstermeden sanki adam kaçırır gibi kaçıran polise karşı gelmesi mi yoksa bir grup yada kişilerce kaçırılması mı? Kendi kendine sorduğu hiç bir soruya doğru cevap vermeden böyle bir olayın başına gelmesini bir türlü anlayamıyordu.

Bunları düşünürken aklına bir kaç ay önce yaşadığı ve o dönemde tüm sistemin ve hatta Milli İstihbarat Teşkilatının bile teyakkuza geçmesine sebep olan bir olay geldi, o meşhur mail olayı. Erdem uzun yıllardır İstanbul su idaresinde bilgi işlem ve yazılım kontrol bölümünde çalışıyor ve tüm İstanbul’un su kontrolünü ekibiyle birlikte yönetiyordu. Son dönemde gününün neredeyse tamamını merkezdeki bilgisayarın başında sisteme yapılan siber saldırılar ile mücadele ederek geçiriyordu. Hatta bir kaç gün önce Çin ve ABD kaynaklı Hacker’lerin koordineli saldırısına iki gün boyunca neredeyse hiç uyumadan ekibiyle birlikte karşı koymuş ve iki günün sonunda onları püskürtmeyi başarmışlardı. Ekibinin bu başarısı hiçbir yerde haber olmamış tüm ekip yalnızca amirlerinin tebrik etmesi dışında hiç bir şey olmamıştı. Bu işler zaten hep böyle olurdu kahramanların yaptıklarının gizli kalması belkide onların en önemli gücüydü. Hacker’ler ile savaşırken iş yerinde bulunan bilgisayarının mail kutusuna Tayvan’dan bilinmeyen bir adresten mail gelmişti. Erdem Çin alfabesiyle yazılan bu maili anlayamamış ve kurumun tercüme bölümünde çalışan arkadaşlarına mail’i göndererek tercüme etmelerini istemişti. Bir saat sonra mail’in tercümesi kendisine ulaştırılmıştı ve orada ‘hiç kimse bize denk değil biz de hiç kimseye denk değiliz, unutma dört şeyi kaybeden devletler her şeyini kaybeder, bunları koruyan her şeyi korur ve hükmeder, bunlar; Elektrik, İnternet, Su, ve Gıdadır, biz sizden bunları mutlaka alacağız ve sonunda size hükmedeceğiz’ yazılıydı. Erdem bunların kim olduğunu bilmiyor ama bu, kaçırma girişimi olmadan önce, yaşadığı en garip olaylardan biri olarak bu olay hafızasında kalmış olduğunu biliyordu. Ardından bu mail devletin üst makamlarına ulaştırılmış ve devlet kendi içinde teyakkuza geçmişti diye hatırladı.

Aslında garip olaylar olmaya yıllar önce başlamıştı, önce sanayi inkılabı sonrasında bilgisayar çağı ve ardından makinelerin her şeye hakim olma çabası ve ardından da yapay zekanın her şeyi kontrol etmesi. Son yıllarda dünya da ve Türkiye de acayip şeyler olmuyor da değildi. Önce refah seviyesinin artırılması, bunun için insanların tüketim aracı olarak kullanılması ile elinde avucunda ne varsa harcaması ardından insanın yapacağı işin makineler tarafından yapılması, sonrada tüm üretim ünitelerinin ve kontrolün makinelerin eline geçmesi ile sonuçta binlerce kişinin işsiz kalmasının ardından toplumun yaşadığı travmalar bilinen şeylerdi. Artık tüm yönetim makinelerin eline geçmiş ve neredeyse onların izni olmadan insanların hareket etmeleri bile imkansız hale gelmişti. Makinelerin ve yapay zekanın yükselişi sırasında bir grup insan ekonomik olarak yükselmişken halkın büyük bir grubu da çöküntünün kucağına itilmişlerdi de bunun kendileriyle hiç bir ilgisi yoktu. Başka ne olabilir diye düşünmeye devam etti, ancak aklına bir şey gelmiyordu bu olsa olsa bir yanlış anlama olabilirdi ve belki de kendisini götürmek isteyenler iyi niyetliydi ancak Erdem yanlış anlayarak aşırı tepki vermiş ve belki de kendisine eşlik ederek götürmek isteyen insanlara darp etmişti, sırf bu yüzden emniyet peşine düşmüş ve hiç yoktan başı derde girmiş olabilirdi.

Hayatımı eğitimle geçirmiş biri olarak, öğrencilerin ve gençlerin potansiyelini keşfetmelerine, gelişmelerine ve hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum.

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir