Bu salgın ve arkasından gelen ikinci ve üçüncü dalga sayesinde o dönem dünya nüfusunun %15 i hayata veda etmek zorunda kalmıştı. Bunun sebepleri arasında global kapitalizmin modernlik ve ilerleme söylemi ve bunun yarattığı aşırı özgüven ve körlük, insanı doğadan ve kendi doğasından uzaklaştıran bir yaşamı da beraberinde getirmişti. Aynı dönemde insanın yeni elde ettiği teknolojik oyuncaklarına güveni, her zaman düşünmeyi ötelediği bir ölüm dışında kendini doğanın ve evrenin efendisi olarak görmesine yol açmıştı. Erdemin hatırladığı kadarıyla o zaman bu virüsün bir laboratuvarda üretildiği ve bunu yapanın da dünyanın o dönem en zenginleri arasında olan ve bilgisayar taban programları ve sistemleri üreticisi biri tarafından çıkarıldığı iddiaları da ayyuka çıkmış ve hatta ABD Başkanı başdanışmanının bile iddiası bu yönde olmuştu.
O dönem sözüm ona modern insanı ölüm korkusuyla eve hapsedilmiş ve her zaman baş başa kalmak istediği teknolojik oyuncakları ile yalnız kalmıştı. Dışarıya çıkamamanın getirdiği birçok gereksizlikle yalnız kalan insan, gereksiz kıyafetlerin ve fazla eşyanın çare olmadığını görmüş; temizlik ve hijyenle bir kere daha tanışmıştı. Öte yandan insan plazaların ve AVM’lerin bir ‘yaşam alanı’ olmadığını anlamış ve günün sonunda kendi evine çekilmeyi zor da olsa kabullenmişti.
Erdem bunları düşünürken bir yandan da az önce girdiği kanalizasyonun içinde gece geldiği istikametinde yol almaya devam ediyordu ama nereye gittiğini bilmeden. İstanbul’da toplam yirmi bin km uzunluğunda kanalizasyon ağı vardı ve onun girdiği yer ile gidebileceği yer arasında binlerce yön ve km yol bulunmaktaydı. İçinde bulunduğu durumdan çıkmak için buraya girmişti ama buradan nereden ve nasıl çıkacağıyla ilgili hiçbir fikri yoktu. İçinde bulunduğu kanal bir insanın dik olarak yürümesine çokta imkan vermiyordu. Her şeye rağmen Erdem yürüme temposunu artırmanın çabasında olmaya çalışıyordu. Bunu başlıca nedeni bu dönem insana özgür bir alan bırakmayan dijital yapıydı. Biliyordu ki kanala girmiş olması onu sadece insanların çıplak gözle görmesini engelleyen bir şeydi, buna karşılık uydu sistemi yerin belli bir derinliğine kadar olan tüm hareketleri algılayabiliyor ve bu hareketlinin ne ya da kim olduğunu tespit edebiliyordu.
İnsanlara 2020 den sonra takılan çipler de ayrı bir konuydu. Öncelikli olarak virüs kökenli bir hastalığı belirlemek için isteyen kişiye uygulanan bu çipler daha sonra hastanelerde her doğan çocuğa uygulanmak zorunda olan standart bir kural haline getirilmişti. Deri altına yerleştirilecek çipler, bilimkurgu filmlerin gerçeğe dönüşmüş haliydi. O dönemde İnsan vücuduna çip yerleştirilmesini savunanlar, kolaylıkla taklit edilebilen kimlik kartlarının ve onlarca güvenlik görevlisiyle korunan mekanların, bu teknolojinin kullanımıyla birlikte tarih olacağını sanıyorlardı. Hiç de öyle olmadı pirinç tanesi büyüklüğündeki bilgisayar çipi kolaylıkla deri altına monte edildi ve ilk önce insanların özgürlüklerini ellerinden aldı.
Uygulanan teknoloji sayesinde her hangi bir kişinin uydular ile dünya üzerindeki her hareketini izlemek mümkün olabiliyor mahremiyet ve gizlilik kavramları tamamen tarihe karışıyordu. Ayrıca kişinin medikal bilgilerinden sosyal hayatına kadar yüzlerce detaylı veri bigdata denen büyük veri tabanına an be an kaydediliyordu. Bu yapılırken de insanlar sosyal medya ve benzeri mecralardaki paylaşımları ile bigdataya yardımcı oluyorlardı. Buradan kişinin neye alerjisi var, onu ne zehirler bigdataya hükmedenler biliyorlardı. Hatta bir çok ülkede ve genelde dünyada ölen bazı devlet büyüklerinin ölümleri üzerinde şaibeler dolaşıyordu. Kimi arı sokması sonucu açığa çıkan zehirlenmeler ile kimi ise böcek zehirlemesiyle öldü teşhisiyle bu dünyadan uğurlanıyorlardı.
İlk zamanlar toplanan verilerin nasıl kullanılacağını kimse kestiremezken günümüzde ortaya çıkan birçok olayın arkasında elde edilen bilgilerin kötü niyetli kişilerin elinde çok yönlü kötülük amacıyla kullanıldığını görebiliyordu. Önceleri toplumlar bunların herkesin iyiliği için üretildiğini sanıyordu ve üretilen şeylerin insanlığın iyiliği için kullanılıyor sanıyorduk, ama bir süre geçince yavaş yavaş amacını aşan işlerde de kullanılmaya başladığını gördük, diye düşündü.
Bu düşünceler içinde, bir yandan yürüyor bir yandan da kendisinin çip taktırmadığına seviniyordu. Ne kadar yürüdüğünü bilmiyor ama tahminen kanalizasyona ineli on beş dakika olmuştur diye geçirdi içinden. Ne kadar gideceğini ve nereden çıkacağını planlamaya çalışıyor ama bir türlü bulunduğu yeri tam olarak kestiremiyordu. Biraz daha yürüdüğünde ileride var olan bir rögar kapağının deliklerinden belli belirsiz sızan ışıkları gördü. Gözleri tam karanlığa alışmış olduğu için bu aydınlık hemen dikkatini çekti ve o yöne doğru yöneldi. Biraz da hızlanmış ve bir an önce nerede olduğunu öğrenmek ve eğer sakıncası yoksa açık havaya çıkarak bu kötü ortamdan ve kokudan kurtulmak istiyordu.